Ve suskunluklar büyük gidişler taşıyordu.
Ve sessiz kalan hep daha ani gidiyordu.
Öyle güzel susuyordu ki "tamam"larla "peki"lerle
Ve sen öyle içten inanıyordun ki gitmeyeceğine
Ne tamamın arkasındaki kırgınlığı görebildin ne pekinin arkasındaki göz yaşını.
Ve suskunluklar büyük belkiler taşıyordu
Belki diyordu "anlar", belki diyordu "düzelir"
Ve zamanla belkiler değişiyordu
Belki diyordu "seviyordur"
Ve sen öyle güzel susmasını istiyordun ki
"Susarsam vazgeçerim vazgeçersem de giderim" diyemiyordu "HİÇ KİMSE!"
Ve sen öyle güzel susmasını istiyordun ki
Belkiler çığlık çığlığa sessizlikte
Belki...
Belki...
Belki..
Hoşça kal!
30 Aralık 2013 Pazartesi
11 Kasım 2013 Pazartesi
Fark
"Peki ya özlersem? Hani sesini duyamadığımda nefes alamadığım zaman napıcaz? Sensizlik duygusu korkutucu kapatma bir daha telefonunu! Bana ne dersen de istediğin kadar bağır, istediğin kadar kavga edelim ama kapatma telefonunu!" demiştin.
Bugün farkettim de çok uzun zamandır sesimi duymadın ve hala nefes alabiliyorsun, başka bir tende.
Bugün farkettim de çok uzun zamandır sesimi duymadın ve hala nefes alabiliyorsun, başka bir tende.
16 Ekim 2013 Çarşamba
Sevmek Ne Yorgun Kelime..
“Sevmek ne uzun kelime..” dediğinde Cemal Süreya zaman
sanmıştım. Harcanan, zaten harcanacak olan birkaç yıldan öteye gidememişti
sevmek kelimesi hafızamda.
Gün gelip 22 yaşımın tam da ortasında ortaokul çocukları
gibi aşık olacağımdan bihaber
Beni tüketen her şeye çok sevsemde arkamı dönüp gidebilirken,
ilk kez koşarak kaçmam gereken şeyden ters
ve yavaş adımlarla uzaklaşıyorum. Her hareketini görüyorum, tüm
mimikleri, sigarayı nasıl içtiği bile ezberimde; tüm gereksiz ayrıntıları
hatırlıyorum biraz belki gitmeme gerek kalmaz diye, biraz da belki bunların
arasında “seni sevmiyor” cümlesini duymam diye.
Bir “gel” dese ömrümün sonuna kadar onunla olabilme
cesaretini sarf edebilecekken o hiçbir şey demiyor ve zaman bir kez daha hiçbir
şeyi düzeltmiyor.
Geriye doğru her adımımda biraz daha küçülüyor adam; ama ben
kendimi sevmekten alıkoyamıyorum ve her şeyin ötesinde sevginin yanına bir de
özlem kelimesi geliyor, boğazım yanıyor, gözlerim doluyor, bir hayalin başında
çocuğun elindeki çakmağı eline vura vura alan sert anne oluyorum kendime ama
işte hep o küçük çocuk yanmasın diye..
O değil de “Sevmek ne yorgun kelime..”
9 Ekim 2013 Çarşamba
Sessizlik
Gidemezsin, dedi adam kendinden emin bir şekilde vücudunun ve
ruhunun tüm inceliklerini bilirdi kadının ve hakkında öğrendiği ilk şey de kararlı bir erkekten hoşlanmasıydı zaten. Sahi tanışmaları da böyle olmamış mıydı, ne kararlı bakışlarından, ne kararlı cümlelerinden kendini çekebilmişti kadın. Başkasına olan tüm imkansızlığı ve hırçınlığı adamla birlikte saf bir şefkate
dönüşmüştü.
Gidemezsin, dedi adam kendinden emin bir şekilde.
Gidiyorum, dedi kadın ilk kez güçlü ilk kez kararlıydı “lütfen
sesim titremesin” dedi içinden avaz avaz konuşan iç sesini bastırmak için.
Ama beni seviyorsun, dedi adam yine kendinden emin. Kadın hiç
saklamamıştı bunu, bir kere bile zorlamamıştı ilişkiyi, ne adam için çabalamaktan ne de çok sevmekten çekinmişti.
Seviyorum, dedi kadın
tüm gücünden uzakta sesi titreye titreye..
Ama güvenmiyorum sana, seni sevmek eskisi kadar güzel değil,
bana sarıldığında üşüyorum artık ben, her gece senin gidişinin kabuslarıyla
uyanmak istemiyorum.
Ama seni sevdiğimi bi.. dedi adam kadın sözünü yarıda kesene
kadar.
Bana senin beni sevdiğini bildiğimi söyleme bilmek değil
yaşamak istiyorum sevgini, gitmeyeceğinden bu defa ben emin olmak istiyorum. Sen
beni değil sevilmeyi seviyorsun, etrafında seni bu kadar karşılıksız sevecek
kimse yok diye benimlesin kendimizi kandırmasak mı? dedi kadın.
Sustu adam
Sustu kadın.
Gitti kadın.
Gitme dedi adam.
Kadın çok uzaktı artık, duymadı bile.
23 Eylül 2013 Pazartesi
Hiç..
Çok uzun zaman geçmiş üstümüzden seni en son nerede nasıl
gördüğümü çok iyi hatırlıyorum. Ben masadan kalkıp gittiğimdeki yüz ifaden bile
hafızamda.
Ondan beridir hiçbir şey olamadık seninle ne ayrı kalabildik, ne beraber olabildik 1-2 mesaj, merak içeren, nasılsınlar, hastaydınlar, iyileştin
miler hatta zürafalar..
Çok uzun zaman geçmiş üstümüzden çok uzun zamandır hiçbir
şeyi olamamışız birbirimizin sana sarılıp ağlayamamışım, birbirimize gülerken
fotoğraf çektirememişiz uzun zamandır, biz aslında ne kadar uzun zamandır gülememişiz
birbirimize..
Sonra bi gün tam hiçliği kabullenmişken birbirimizin
hayatında karşıdan geldin sarıldık ben “çok özlemişim bee” mi yuttum sen ne
hissettin bilmiyorum da sonra öylece oturduk. Yıllardır başımı koyduğum omuz
senin değilmiş gibi, her mutsuzluğumda sana gelmezmişim gibi, sanki evinde göğsüme
kadar çektiğim eşofman altını hiç benim pijamam ilan etmemiş gibi; aramızda onca
yıl, onca dert, onca sır, onca yaşanmışlık hiç yokmuş gibi; birbirimize hiç
sıfatlar yüklememiş gibi, sanki öylece tanışan iki insan gibi oturduk herkesi
konuştuk da bir ikimize gelemedi cümlelerimiz ne sen benden bahsedebildin ne de
ben senden ikimiz olgusunu söylemiyorum bile..
Çok uzun zaman geçmiş üstümüzden ve ben öğrendim ki
birbirinin her şeyi olan insanlar uzun zamanlar sonunda bir yerde karşılaşıp
hiçbir şeymiş gibi oturup birer fincan kahve içebiliyorlar.
“Biz iki türk kahvesi alabilir miyiz? Biri orta, biri
sade olsun.”
31 Temmuz 2013 Çarşamba
Her "hoş geldin" içinde kendi "hoşça kal"ını da getirir.
Çok uzun zaman oldu yazmayalı..
Bir gün biri bloga bi yorum bırakmıştı “blog tutmak unutmayı
reddetmektir, geri döner döner okursun ve hep aynı tazelikte acır.” diye.
Ya unutmadığımı reddetmek için ya da unutmamaya değer şeyler
yaşamadığım için yazmadım ya da yazamadım ben de bilmiyorum. Ama artık
cümlelerim bana ait kalmak istemiyor,
hislerim de öyle salarsam onları artık benden başka insanların da
duyguları haline gelirlerse yine gülümseyebilirim gibi..
Zor zamanlar içindeyim yine, zaten mutlu olduğum anların
hiçbirinde yazamadım hayatım boyunca o yüzden küçük çocuk gibi her mutsuz
olduğumda içime çekilip bir şeylere sarıdım. bi kağıt, bi kalem, bi şarkı, bi
de sigara..
Hiç umut etmenin mutlu olmanın size yasaklandığını
hissettiğiniz oldu mu? Hiç mutluluğunuzu “ya biterse, ya bozulursa” diye başkalarıyla
paylaşmadığınız? Kimseye anlatamadığınız insanlar girdi mi hayatınıza? Hiç her
gece kendinizden önce ona dua ettiğiniz canının acısını hissettiğiniz,
mutluluğuyla gözlerinizin ışıldamaya başladığı birileriyle tanıştınız mı?
Ben tanıştım. Ve ben, sırf her hoş geldin hoşça kal ‘ı da
içinde barındırdığı için ona “hoş geldin” bile demedim ama sanırım şimdi “hoşça
kal” vakti.
20 Şubat 2013 Çarşamba
Mr. Loveable'dan Notlar..
Kendine iyi bak istiyorum, telefonlarımı hep mutlu aç!
Sakın o çok sevdiğin “Çok özledim piç” lerinden, “Seviyorum
eşek seni”lerinden, “Sıkıldım senden hadi uyuyalım”larından birini yollamadan
kapatma telefonu.
Gözümün içine bakıp “Yok hayatım bakıyorum da cidden
sevmiyorum ben seni”lerini bitirme.
Karşılıklı saçmalarken sen yine kafanı önüne eğip hafifçe ağzını yana
kaydırıp sırıtırken kısık sesle “Salak” de çünkü salak kelimesi kimseye böyle yakışmamıştı.
Kendine iyi bak istiyorum, içindeki çocuğu koru.
Yaralandıkça büyüyorsun ya, istemiyorum öyle olmanı. 5 dakika önce başkasına “Kapa şu montunun önünü üşüteceksin”
diye anaçlık taslayan kadının bir anda “Ayyy ben bugün yine yemek yemeyi unuttum”larını
seviyorum ben.
Kendine iyi bak ve eğer bir gün sende sevdiğim şeyleri
değiştirmeye kalkarsam, kendinden değil benden vazgeç.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)