Artık şuna çok inanır oldum. İnsanların hayatına
girişleriyle gidişi aynı şekilde oluyor. Bazısının gelişi çok ani mesela, sana
sormadan kapıyı çalmadan kalbinin beyninin buna hazır olduğundan bile emin
olmadan daha sen içeri buyur bile etmeden hatta üstünde pijamaların saçların
tepeden toplu ve kendi kendine bir haftasonu keyfi içindeyken bir bakmışsın ki
gelmiş kurulmuş salonun en rahat koltuğuna. Ve sen misafirdir ayıp olmasın
derken başlarda, anlarsın ki yer etmiş evinde kalıcı gibi bu defa… Bir iki
mırın kırın ederken iyice alışmışsın ve alıştığını ancak o insan gitmeye
hazırlamadan seni, geldiği gibi aniden gidince anlıyorsun. Halbuki sen onu
konuk etmek için hazırlıklara başlamışsın filmler, müzikler seçmişsin, kafanda
dolu plan var, soracağın sorular söyleyeceğin hitaplar ve belki seni seviyorum’ları
bile hazırlamışsın ama o gidiyor. En az sana gelişi kadar ani ve önemsiz onun
gözünden gitmek. Geldiğinde senin hazırsızlığını nasıl önemsememişse giderken
de önemsemiyor işte gidiyor sadece. Ve sen o kadar vasıfsız hissediyorsun ki
kendini ona ne kal deme hakkını bulabiliyorsun ne de planlarını
anlatabiliyorsun… Gerisi boş iki kahve fincanı bir kül tabağı dolusu sigara ve
pakette kalan son sigaralar..
Boşver de her gidişin bir şarkısı vardır bununki de Lady
Antebellum’dan Need You Now olsun.