“Sevmek ne uzun kelime..” dediğinde Cemal Süreya zaman
sanmıştım. Harcanan, zaten harcanacak olan birkaç yıldan öteye gidememişti
sevmek kelimesi hafızamda.
Gün gelip 22 yaşımın tam da ortasında ortaokul çocukları
gibi aşık olacağımdan bihaber
Beni tüketen her şeye çok sevsemde arkamı dönüp gidebilirken,
ilk kez koşarak kaçmam gereken şeyden ters
ve yavaş adımlarla uzaklaşıyorum. Her hareketini görüyorum, tüm
mimikleri, sigarayı nasıl içtiği bile ezberimde; tüm gereksiz ayrıntıları
hatırlıyorum biraz belki gitmeme gerek kalmaz diye, biraz da belki bunların
arasında “seni sevmiyor” cümlesini duymam diye.
Bir “gel” dese ömrümün sonuna kadar onunla olabilme
cesaretini sarf edebilecekken o hiçbir şey demiyor ve zaman bir kez daha hiçbir
şeyi düzeltmiyor.
Geriye doğru her adımımda biraz daha küçülüyor adam; ama ben
kendimi sevmekten alıkoyamıyorum ve her şeyin ötesinde sevginin yanına bir de
özlem kelimesi geliyor, boğazım yanıyor, gözlerim doluyor, bir hayalin başında
çocuğun elindeki çakmağı eline vura vura alan sert anne oluyorum kendime ama
işte hep o küçük çocuk yanmasın diye..
O değil de “Sevmek ne yorgun kelime..”