11 Aralık 2012 Salı

Son Kez Sarılmak Üzerine Bir Şeyler...


Her zamanki yolculuklarımızdan birindeydik. Yine hep birlikte bir otobüs dolusu bizim tayfanın insanları..

Bittiğinin üstünden bir yıldan fazla bir zaman geçmişti; ama ne unutabilmiştim ne de acım azalmıştı. Bir yıl boyunca bir adamı kimseye anlatmayarak aldatılmanın, yalnız kalmanın yükünü çekmek zordu. Ailenin en küçük, şımarık kızıyken bu bir yıl içinde hiç tanımadığım, yeni geldiğim bir şehirde, tek başıma duygularımı yetişkin hale getirmek durumunda kalmıştım. En önde oturduğum otobüste yanımda belki mutlu olurum diye gelecekte ağzına sıçacağım o çocuk oturuyordu. Hafif arkaya doğru dönüp arkadaşımda konuşurken otobüsün orta kapısından iki kişinin binip arkaya doğru yürüdüğünü gördüm. Oydu. 6-7 ay boyunca ne sesini duymuş ne de görmüştüm. En son rüyamda onu gördükten sonra bir daha rüya bile görememiştim ve şimdi o, benim kaçtığım o değilmiş gibi, ondan saklanmıyormuşum gibi kendisiyle hiç alakası olmayan bu otobüse binebiliyordu.

Yerimden kalkıp birkaç adımda nasıl arkaya gittiğimi hatırlamıyorum, tek hatırladığım ağlayarak bağırmaya başladığım.. Halbuki bittiği zaman bile o kadar sakin ve gururluydum ki “Neden?” bile dememiştim. “Sen naptığını sanıyorsun, ne yüzle buraya geliyorsun, sen beni ne hale getirdiğinin farkında mısın şimdi hiçbir şey olmamış gibi karşıma mı çıkıyorsun?..” diye başlayıp bir yıl boyunca hiç söylemediğim ama yutamadığım o kelimelerin hepsini döktüm sanki o anda. Ben bağırırken çok sakindi yüzüme bakıp gelişi güzel salladığım ellerimi tuttu, sakinleştirdi. O hiç sinirlenmezdi zaten hep sakince kızar lafını söyler sonra da çeker giderdi ya da ben böyle hatırlamak istiyordum bilmiyorum.

İçinden çocuksuluğumla ilgili cümleler geçiyordu biliyorum ama bu sefer söylemedi sadece her tartışmamızda yaptığı gibi hafifçe gülerek sarıldı. O an onunla ilgili hiç unutmadığım bir şey dirildi birden, kokusu, boynunun kokusu..

Ağlıyordum, ittim, itemedim belki itmek istemedim bilmiyorum çok özlemiştim sadece.. Ağlıyordum kafamı kaldırıp konuşmaya başladım “Sen bana ne yaptın?” dedim “Sus” dedi ağzımı açtım konuşacaktım “Sus” dedi “Sus, nefesin tenime değerse ayrılmak çok zor olur.”

29 Ekim 2012 Pazartesi

Ait Olamamak Hissi


“Sevgime fazla güvenme, giderim.” dedi kadın.
Adam duymadı, yine kafası kendisiyle meşguldü.

Son zamanlarda en çok yaptığı şeyi yaptı kadın ve bir soru işaretine bir umut daha bağlayıp gökyüzüne bıraktı.

Hep sevildiğine ve sevileceğine emin olan adamla “ya sevmekten vazgeçerse” korkusunu iliklerine kadar hisseden kadının yolları kesişti ve ilişkileri sadece  “nasıl olsa bitmeyecek”le “nasıl olsa bitecek” arasındaki zaman kadar devam etti.

“Sevgime güvenme, giderim” dedi kadın.
Adam duymadı yine ya da duymamış gibi yaptı.
Kadın çantasını açtı, güzel bir anı çıkardı, koydu masaya.
Bahanesi hazırdı, kalıyordu ya da gidemiyordu her neyse işte.

26 Eylül 2012 Çarşamba

"Siktir Edememek!"


Başkasına söylemek, başkasına öğütler vermek kolay ve hatta başkasına “siktir et oğlum/kızım sana kız mı/adam mı yok!” demek de kolay; ama iş kendi gönlüne geldiğinde o sonsuza kadar sürecekmiş gibi gelen öğütleri kendine vermek, kendine anlatabilmek sevdiğin tarafından sevilmediğini ve sevilmeyeceğini ve kendi içinde yedirebilmek aslında seni hiç sevmediğini çok zor.

Ve birine karşı bir şeyler hissederken daha acımasız sanki dünya, hayal dünyandan çıkıp gerçeği görmen için çabalıyor gibi.. Umursayamıyorsun seni sevenleri, sevecek olanları.. Belki de yaşayacağın yeni heyecanlar, arkanda bıraktığından binlerce kat güzelken şans tanıyamıyorsun başka birine sırf “O” değil diye. Çünkü biliyorsun sen de karşındaki için “O” olamadığından şans tanınmayanlardansın, sevilmeyenlerden hani..

Başka birine “Seni aramıyorsa sevmiyordur niye uzatıyorsun çıkar aklından!” derken sevdiğin adamın haftalardır bir kere bile aramamasına bahaneler bulmaya çalışıyorsun ve hatta falcılara gidip tüm mantığından sıyrılıp “3 hafta içinde arayacak, seni seviyor zaten bu çocuk sana geri dönecek” desin diye paralar döküp sonra da o yalanlara inanıp gün sayıyorsun. Ve öyle bir boşluktasın ki normalde aptalca dediğin şeylere bile tutunmaya çalışıyorsun da tutundukların o boşluklardan da derin aslında ama olsun sırf o dönsün diye sırf seni sevmesi için bir ihtimal olsun diye her şeye hazırsın.

Ne zamanki kendinle kalıyorsun ya da bir başkası “O seni sevmiyor, seninle konuşmak istemiyor bırak artık!” diyor o zaman başlıyorsun içinin acısına rağmen düşünmeye istemeye istemeye.. Mantıklı yanıtları arıyorsun içinde bulduklarınla yüzleşebilir misin bilmiyorum da kabul bile etsen hazmetmesi zaman alıyor..

“Beni aramıyor beni sevmiyor mu yani?” demeyin bana, ben daha kendine itiraf edemiyorum sevilmediğimi, aramamasının sesimi duymak istememesinden olduğunu.. Bunların arkasına binlerce bahane sıkıştırıp belki diyorum hala, belki de şu yüzdendir diye sonsuz bahaneler serisinden bir tane daha ekliyorum her güne..

Sadece biliyorum ben sevdiğimde ararım sesini duymadığımda nefes alışlarım zorlaşır, herkes böyledir..

“O” farklı demeyin “O” da herkes gibi aslında hepimiz herkesin bir parçasıyız hepimiz sevdiğimiz insanlar için fedakarlıklar yapıyoruz ve bazen kendimizden vazgeçiyoruz, hepimiz aslında hiç tanımadığı birine hayalindeki insanı yükleyip o olmadı diye üzülüyoruz hatta bazen o kadar herkesiz ki “O”nunla mutsuz bile olabiliriz gibi geliyor sanki onun varlığı mutsuzluğu bile bastırabilirmiş gibi..

19 Eylül 2012 Çarşamba

Sigara Eşliğinde Gece Karalaması

İkimizde mutlu olmak istiyorduk..
Onun bana benimse beni üzecek bi erkeğe ihtiyacım vardı..
Öyle ya aşkta benim görevimdi bu; aksi mutluluktu çünkü
Ve mutluluk çok ağırdı
Adam mutlu etmek istedi
Uzaktan güzel yakından can yakıcıydı
Hani ben aşık olurdum ya o adama, kaçtım..
Bu filmin sonunu daha önce izlemiştim, bu defa orta yerinde ben kapattım.

26 Temmuz 2012 Perşembe

Sevgiliyi Terk Edememek!

Herkes gibi benim de hayatımda özendiğim, yapmak istediğim, yapanlara hayran kaldığım ama kendimin hiçbir zaman yapamayacağımdan da oldukça emin olduğum konular var.

Bunlardan biri terk etmek! Hiç benim hamurum değildir terk etmek işi, öyle çabuk alışır öyle sıkı bağlanırım ki karşımdaki kişiye, terk etmeye kalksam “Dur bir kez daha konuşalım da barışalım olmaz bu iş böyle” der kafamdaki terk etme fikrinin kıçına yine ben tekmeyi atarım.

Neyse şu terk eden hatunlara feci özeniyorum. Hatun bide işini bir havalı yapıyor ki sanırsın sevgilisinden ya da eşinden ayrılmıyor da f1 de birinci olmuş onun şampanyasını patlatıyor öyle gururlu ve havalı. Mesela arkadaşım sevgilisini gözümün önünde üstüne frappuccinoyu fırlatıp terk edip gitti. Yemin ediyorum ciddiye almadım, dalga geçiyor sandım sonra yurda dönüp de ağladığını görünce anladım durumun ciddiyetini. Tabii ağlaması geçtikten sonra 3 gün boyunca o durumun kritiğini yapıp bu havalı terk edişi kutladık bu ayrı! Olay benim başıma gelseydi o frappuccinonun fırlayışıyla bana gelen gülme krizi bir olur sevgilimden “Benimle dalga mı geçiyorsun” tepkisini alır bir güzel dayak yerdim diye düşünüyorum.

Bir de şu filmlerde gördüğümüz ablalar var hani! Ablam vazoları fırlatıyor sonra yan yan koşarak odasına gidiyor ve bir valiz çıkartıp rast gele eşyaları koyup beş dakika içinde evi terk ediyor. Bu nasıl bir karizmadır. Bu sahnede ben olsaydım bir kere o vazolara kıyamazdım kim bilir nerelerden aldım geldim ya da kimler hediye etti aynılarını nerden bulacağım tekrar diye düşünürdüm. Bir de Türk kadını kimliğim içimdeki Hollywood oyuncusunu öldürüyor o kırıkları yine ben toplayacağım ben bilmiyor muyum neyse ben böyle ince hesaplar yaparken sinirim geçer zaten. Hadi tabakları fırlattım ve hava yaptım diyelim sıra geldi valiz toplamaya işte bu en zor kısım hatun bir kere hiç bakmıyor kıyafetlere bir çift ayakkabı alanını görmedim daha. Ben tek tek seçerim hava eserse yağmur yağarsa diye opsiyonlarım var. Hangi kıyafetle hangi ayakkabı olur, o ayakkabıya hangi çanta gider bu renklere uygun ojem hangisi ojemin tonundan rujumu da alayım… Hele kışsa o kıyafetle uyan montum hangisi ayakkabıları ve çantaları öylece koyamam ezilir şekilleri bozulur kutularıyla almak lazım. E ben bu kıyafetle kahverengi şununla da lacivert makyaj yapıyorum onları da topla falan derkeeeeen on valiz eşyayla iki günün sonunda ancak kapının önünde hazır olabilirim. E o zamana kadar öncelikle sinirim geçtiğinden sonra da yorgunluktan vazgeçerim ben bu terk etme işinden. İşte içimde de böyle böyle terk etmek ukde olarak kalır.

Hayat zor, terk etmek hepsinden zor…

17 Haziran 2012 Pazar

Hüzün Biriktiren Anılar Hemen Şimdi Yansın!


Eskilerin ceketini alıp gitmek dedikleri yapmaya hiç cesaret edemediğim şey…

Ben kimseden gidemiyorum kırılıp kırılıp sevmeye devam ediyorum… Sonra birkaç şarkı dinliyorum biraz içiyorum birkaç boş paket atıyorum çöpe ve biraz yazıyorum… Kırıkların üstüne gitmenin kısa vadede can yakıcı olduğunu uzun vadedeyse beni büyüttüklerini öğreniyorum yine yine yine...

Kimi neden sevdim, kim niye girdi hayatıma, bilmiyorum ama “dibe vurduğun nokta sıçrayacağın noktadır.” dedi diye annem katlanıyorum. Bu arada öğrenmekten biraz sıkılıyorum hata yapmak istiyorum ama bakıyorum hata yine aynı hata öğrenmeyi pekiştirmek için sanki defalarca aynı şeyleri yaşayıp aynı soruları soruyorum. Karşımdakinin her hareketini, her cümlesini ezbere biliyorum da kendimi ilk kez yaşıyormuşum gibi aynı hatayı farklı sanıp can çekişiyorum.

Bir kez aşık oldum bir daha olur muyum bilmiyorum… Aşık olmak zor sevmeyi ve güvenmeyi bir arada bulmayı gerektiriyor ve ikisi hiç aynı insanda buluşmuyor.

Harcadığım doğru adamlardan özür dilerim ilk yanlışımın ilk doğrum olduğunu sandığımdan diğer bütün doğruları silmiştim hayatımdan kırılmamın acısını kendimle birlikte sizden çıkardım kuru yaş misali biraz sizi de yakmış olabilirim...

Doğru zamanda gelen doğru sandığım yanlış adamlar ve yanlış zamanda gelen doğruluğuna hiç inanmadığım doğru adamlar… Tek hatamın tüm doğrularımı götürdüğü zamanların sonunda yaptığım bir hata daha!

Şimdi tüm bunlardan sonra ben biraz sadece beni yaşasam sadece özgür olsam ve dünyadaki tek önemli kişinin ben olduğumu düşünsem izin verirsiniz herhalde. Sonuçta bir arkadaşımın da dediği gibi “ben kimseyi özgürlüğümden daha fazla sevmedim”.

Not: Tahmin edebileceğiniz gibi yazının şarkısı "Athena-Sende Yap" oldu biraz :) o yüzden Sahiplendiğin ne varsa savur hepsini okyanusa diyerek bitirmek lazım :))

27 Mayıs 2012 Pazar

"Diğerleri"

Hani bazen çok güzel bir insanla tanışırsın ya, ve onlarla konuşmaya başlarsın beş dakika sonra çok sıkmaya başlarlar.

Bir de diğer insanlar vardır, onlarla tanışırsın ve düşünürsün, "fena değiller". Ve onları tanımaya başlarsın yüzleri sanki kendileri olur bütün kişilikleri yüzlerine kazınmış gibi... Ve birden çok güzel bir şeye dönüşürler.

"O" tanıdığım en güzel insan!

12 Nisan 2012 Perşembe

Aşk Bitti.


Benliğini benliğinle karıştırdığın adamdan vazgeçmek vazgeçebilmek bir aşkın ilk bitiş notalarıdır. Sonuna yaklaştığınızda şarkının ve artık o şarkı sizin şarkınız olmaktan çıktığında başka şarkılarla birlikte başka insanlar geldiğinde hayatınıza acır çok acır.

Kafanı sırf daha çok kokusunu duyabilmek, teninin kokusuna doyabilmek için boynuna gömdüğün adama sırtını döndüğünde bitiyor aşk.

Elini elinde eritmediğinde ve elini tuttuğunda kanın çekilmediğinde ve buz gibi hissetmediğinde kendini bitiyor aşk.

Gözlerinin içine baktığında nefesin düzensizleşmediğinde ve dünyanın en güzel aşk hitabı “adı” olmadığında artık sevgilinin yani sadece bir isim diyebildiğinde onun ismine bitiyor aşk.

Herkese ondan bahsetmek isteyip de nazar değer diye korktuğundan anlatamadığın zamanlar artık çok uzaksa ve ondan bahsederken gözlerinin içi parlamıyorsa adından sonra söylediğin kelimeler şaşmıyorsa, saçmalamıyorsan artık ona olan aşkını anlatmaya çalışırken, bitiyor aşk.

Ucu bucağı gelmez anlamsız sohbetleriniz bittiğinde, artık salaklaşmadığınızda birlikte, aklı kenara koyup kimsenin ne düşündüğüne aldırmadan o karga seslerinizle şarkı söylemediğinizde birbirinize ve başkaları ne der diye mantıklı düşündüğünüz ilk anda bitiyor aşk.

Ve artık kavga ederken öperek susturmuyorsa sevgilin seni ve sen susmuyorsan artık bitiyor aşk.

Burnunun ucuna gelmemişse ne zamandır o küçük öpücüklerden ve sarılmamışsa sana sanki ara sıra baban gibi ve sen bu kocaman şehirde yalnız gibi hissediyorsan kendini, ıssızmış ve kimsesizmişçesine,  “hoşçakal”  de bitti aşk!

28 Mart 2012 Çarşamba

Aşk gibi bir şey..

Artık şuna çok inanır oldum. İnsanların hayatına girişleriyle gidişi aynı şekilde oluyor. Bazısının gelişi çok ani mesela, sana sormadan kapıyı çalmadan kalbinin beyninin buna hazır olduğundan bile emin olmadan daha sen içeri buyur bile etmeden hatta üstünde pijamaların saçların tepeden toplu ve kendi kendine bir haftasonu keyfi içindeyken bir bakmışsın ki gelmiş kurulmuş salonun en rahat koltuğuna. Ve sen misafirdir ayıp olmasın derken başlarda, anlarsın ki yer etmiş evinde kalıcı gibi bu defa… Bir iki mırın kırın ederken iyice alışmışsın ve alıştığını ancak o insan gitmeye hazırlamadan seni, geldiği gibi aniden gidince anlıyorsun. Halbuki sen onu konuk etmek için hazırlıklara başlamışsın filmler, müzikler seçmişsin, kafanda dolu plan var, soracağın sorular söyleyeceğin hitaplar ve belki seni seviyorum’ları bile hazırlamışsın ama o gidiyor. En az sana gelişi kadar ani ve önemsiz onun gözünden gitmek. Geldiğinde senin hazırsızlığını nasıl önemsememişse giderken de önemsemiyor işte gidiyor sadece. Ve sen o kadar vasıfsız hissediyorsun ki kendini ona ne kal deme hakkını bulabiliyorsun ne de planlarını anlatabiliyorsun… Gerisi boş iki kahve fincanı bir kül tabağı dolusu sigara ve pakette kalan son sigaralar..

Boşver de her gidişin bir şarkısı vardır bununki de Lady Antebellum’dan Need You Now olsun.