8 Aralık 2015 Salı

bitti.

Sana en çok seni iyi hatırlayamadığım için teşekkür ederim,
Bir yarımlık nasıl tamamlanırdı başka türlü hiçliğe..
Karşılıklı bağdaş kurup ben seni kavuşamasak da severim dediğim adam,
Yerle yeksan gittin yine, tozu dumana katıp tüm iyilikleri parçalayıp gittin
Her defasında inanmaktan bıkmadığım adam,
"Pişman olacaksın" korkusunu bastıra bastıra geldiğim, ağlaya ağlaya döndüğüm kendi dünyama
Yanında hiç tam olamadığım adam,
Açtığın yaralarla eksildim ben ve sonrası boşluk
Yaşattığın her şey için teşekkür ederim ve hatta giderken götürdüğün umutlarım, hayallerim, çocukluğum, masumluğum ve hislerim için bile
Kadın büyüdü, kadın gitti, bitti.

23 Eylül 2015 Çarşamba

falan.

Bir adamı sevmekle başladı her şey.
İnsan kendisiyle baş başa kalınca daha da vuruyormuş yüzüne yalnızlığı.
Kalabalık değilim artık bir iki dost şimdi.
Ben bir adamı çok sevdim çok da sevilmek istedim, hani kitap karakterleri gibi.
Sevilmek istedikçe daha çok sevdim daha çok sevdikçe hiç sevilmişim.
Gördüm.

Adı,
Adı yorgun çıkıyor artık dudaklarımdan,
“Biz de böyleydik” cümlesi gözlerimi dolduruyor,
-dik eki yakışmasa da bazen gitmekten başka şans kalmıyor insana..
İnsan aynada kendi gözlerine baktığında başkasını görecek kadar sevmemeliymiş,
Ya da saçlarının kıpırtısını birinin parmaklarına adamamalıymış bu hayatta.
Sevince her şey aşılır cümlesi baştan beri yalanmış çünkü olduramadığında en çok sevmek yaralarmış insanı, 
Sonu baştan görme gibi bir kabiliyeti yok insanın ama aşkta tahminler bile yasakmış.
Sırf o sarsın diye yaralarımı, kanattığım dizlerim var benim; umarsızca iyileştirmesini beklediğim zamanlarım ve hiç gelmeyen bir o.

Şimdi her şey sonsuz boşluk gibi sanki bir gözlük geçirdiler gözüme tüm yalanlar daha aşikar şimdi. İnsan hayatına kaç hayal kırıklığı sığdırır?

Sevgi ve değer birilerine verilince azalmaz diye öğretmişlerdi bana, sizinki azaldı mı yoksa hep mi bu kadar sevgisizdi kalbiniz? Siz dökülen bir gözyaşına yüreğiniz sızlamayacak kadar nasıl kaybettiniz merhametinizi?

Ben bu Dünya’ya ait değilim. Kırıldıkça kıramıyorum ben, merhametsizliğe beni de çok kırdılar kılıfını geçiremiyorum.


Sahi siz nasıl kaybettiniz yüreğinizdeki onca güzel şeyi? Yoksa hiç mi güzel bir şeye sahip olmadınız?

30 Aralık 2013 Pazartesi

Susmak

Ve suskunluklar büyük gidişler taşıyordu.
Ve sessiz kalan hep daha ani gidiyordu.
Öyle güzel susuyordu ki "tamam"larla "peki"lerle
Ve sen öyle içten inanıyordun ki gitmeyeceğine
Ne tamamın arkasındaki kırgınlığı görebildin ne pekinin arkasındaki göz yaşını.

Ve suskunluklar büyük belkiler taşıyordu
Belki diyordu "anlar", belki diyordu "düzelir"                                            
Ve zamanla belkiler değişiyordu
Belki diyordu "seviyordur"    

Ve sen öyle güzel susmasını istiyordun ki
"Susarsam vazgeçerim vazgeçersem de giderim" diyemiyordu "HİÇ KİMSE!"

Ve sen öyle güzel susmasını istiyordun ki
Belkiler çığlık çığlığa sessizlikte
Belki...
Belki...
Belki..                                
                        Hoşça kal!

11 Kasım 2013 Pazartesi

Fark

"Peki ya özlersem? Hani sesini duyamadığımda nefes alamadığım zaman napıcaz? Sensizlik duygusu korkutucu kapatma bir daha telefonunu! Bana ne dersen de istediğin kadar bağır, istediğin kadar kavga edelim ama kapatma telefonunu!" demiştin.

Bugün farkettim de çok uzun zamandır sesimi duymadın ve hala nefes alabiliyorsun, başka bir tende.


16 Ekim 2013 Çarşamba

Sevmek Ne Yorgun Kelime..

“Sevmek ne uzun kelime..” dediğinde Cemal Süreya zaman sanmıştım. Harcanan, zaten harcanacak olan birkaç yıldan öteye gidememişti sevmek kelimesi hafızamda.

Gün gelip 22 yaşımın tam da ortasında ortaokul çocukları gibi aşık olacağımdan bihaber

Beni tüketen her şeye çok sevsemde arkamı dönüp gidebilirken, ilk kez koşarak kaçmam gereken şeyden ters  ve yavaş adımlarla uzaklaşıyorum. Her hareketini görüyorum, tüm mimikleri, sigarayı nasıl içtiği bile ezberimde; tüm gereksiz ayrıntıları hatırlıyorum biraz belki gitmeme gerek kalmaz diye, biraz da belki bunların arasında “seni sevmiyor” cümlesini duymam diye.

Bir “gel” dese ömrümün sonuna kadar onunla olabilme cesaretini sarf edebilecekken o hiçbir şey demiyor ve zaman bir kez daha hiçbir şeyi düzeltmiyor.

Geriye doğru her adımımda biraz daha küçülüyor adam; ama ben kendimi sevmekten alıkoyamıyorum ve her şeyin ötesinde sevginin yanına bir de özlem kelimesi geliyor, boğazım yanıyor, gözlerim doluyor, bir hayalin başında çocuğun elindeki çakmağı eline vura vura alan sert anne oluyorum kendime ama işte hep o küçük çocuk yanmasın diye..


O değil de “Sevmek ne yorgun kelime..”

9 Ekim 2013 Çarşamba

Sessizlik

Gidemezsin, dedi adam kendinden emin bir şekilde vücudunun ve ruhunun tüm inceliklerini bilirdi kadının ve hakkında öğrendiği ilk şey de kararlı bir erkekten hoşlanmasıydı zaten. Sahi tanışmaları da böyle olmamış mıydı, ne kararlı bakışlarından, ne kararlı cümlelerinden kendini çekebilmişti kadın. Başkasına olan tüm imkansızlığı ve hırçınlığı adamla birlikte saf bir şefkate dönüşmüştü.

Gidemezsin, dedi adam kendinden emin bir şekilde.

Gidiyorum, dedi kadın ilk kez güçlü ilk kez kararlıydı “lütfen sesim titremesin” dedi içinden avaz avaz konuşan iç sesini bastırmak için.

Ama beni seviyorsun, dedi adam yine kendinden emin. Kadın hiç saklamamıştı bunu, bir kere bile zorlamamıştı ilişkiyi, ne adam için çabalamaktan ne de çok sevmekten çekinmişti.

Seviyorum, dedi kadın tüm gücünden uzakta sesi titreye titreye..

Ama güvenmiyorum sana, seni sevmek eskisi kadar güzel değil, bana sarıldığında üşüyorum artık ben, her gece senin gidişinin kabuslarıyla uyanmak istemiyorum.

Ama seni sevdiğimi bi.. dedi adam kadın sözünü yarıda kesene kadar.

Bana senin beni sevdiğini bildiğimi söyleme bilmek değil yaşamak istiyorum sevgini, gitmeyeceğinden bu defa ben emin olmak istiyorum. Sen beni değil sevilmeyi seviyorsun, etrafında seni bu kadar karşılıksız sevecek kimse yok diye benimlesin kendimizi kandırmasak mı? dedi kadın.

Sustu adam

Sustu kadın.

Gitti kadın.

Gitme dedi adam.

Kadın çok uzaktı artık, duymadı bile.

23 Eylül 2013 Pazartesi

Hiç..

Çok uzun zaman geçmiş üstümüzden seni en son nerede nasıl gördüğümü çok iyi hatırlıyorum. Ben masadan kalkıp gittiğimdeki yüz ifaden bile hafızamda.

Ondan beridir hiçbir şey olamadık seninle ne ayrı kalabildik, ne beraber olabildik 1-2 mesaj, merak içeren, nasılsınlar, hastaydınlar, iyileştin miler hatta zürafalar..

Çok uzun zaman geçmiş üstümüzden çok uzun zamandır hiçbir şeyi olamamışız birbirimizin sana sarılıp ağlayamamışım, birbirimize gülerken fotoğraf çektirememişiz uzun zamandır,  biz aslında ne kadar uzun zamandır gülememişiz birbirimize..

Sonra bi gün tam hiçliği kabullenmişken birbirimizin hayatında karşıdan geldin sarıldık ben “çok özlemişim bee” mi yuttum sen ne hissettin bilmiyorum da sonra öylece oturduk. Yıllardır başımı koyduğum omuz senin değilmiş gibi, her mutsuzluğumda sana gelmezmişim gibi, sanki evinde göğsüme kadar çektiğim eşofman altını hiç benim pijamam ilan etmemiş gibi; aramızda onca yıl, onca dert, onca sır, onca yaşanmışlık hiç yokmuş gibi; birbirimize hiç sıfatlar yüklememiş gibi, sanki öylece tanışan iki insan gibi oturduk herkesi konuştuk da bir ikimize gelemedi cümlelerimiz ne sen benden bahsedebildin ne de ben senden ikimiz olgusunu söylemiyorum bile..

Çok uzun zaman geçmiş üstümüzden ve ben öğrendim ki birbirinin her şeyi olan insanlar uzun zamanlar sonunda bir yerde karşılaşıp hiçbir şeymiş gibi oturup birer fincan kahve içebiliyorlar.

“Biz iki türk kahvesi alabilir miyiz? Biri orta, biri sade olsun.”